Malum ''Süreç'' ve İnsanların Fikirleri Üzerinden Bazı Düşüncelerim
Neymiş bu Süreç? Ankara neyi hedefliyor? İmralı heyeti neler konuştu? En iyi Erzincan Peyniri hangisi? ve Harika bir Cheesecake yapma tarifi... Hepsi bu yazının içinde!
Öncelikle ''İnsanların rasyonel biçimde bir konuda düşünüp sonrasında yargıda bulunduğu'' gibi bir görüşü kabul etmiyorum. Aynı şekilde insanların politik kararlarını da düşünerek aldığı fikrini de reddediyorum. Kavramlar ve kavramlar üzerinden yapılan felsefe ve politikaya da aşırı karşı olduğum için olduğunca kullanmadan yazmaya çalışacağım.
Not:Bu yazıda Türkiye kelimesini halk anlamında değil, Türkiye'yi yöneten mevcut kadrolar/ülke olarak kullanıyorum.
Bildiğimiz gibi Türkiye şuan, en azından 'siyaset duayenlerimizin' iddia ettiği gibi, bir sürece giriyor. Bu sürecin başlamasından beri herkes bir şeyler yazıp çiziyor ama hiçbir şey anlatılmıyor. Bir dizi boş laf salatası ve kavramlardan ibaret. Açıkçası bu siyaset duayenlerimizin pek de siyaset yapmak istediklerini de düşünmüyorum. Bazı -izimler üzerinden kendi -izimlerinin mutlak doğru olduğu kanaatine çoktan varmışlar ve sadece olan vakaları alıp bu süzgeçten geçirip getiriyorlar. Bu kadar siyaset takip eden varsa ben de birkaç şey sormak istiyorum izninizle;
1-)Süreç neden 22 Ekim 2024 tarihinde başladı? Bu tarihin öncesi veya sonrası olmamasına iten sebepler nelerdir?
2-)Sürece neden ve hangi taraflar ihtiyaç duydu?
3-)Sürecin methodu nedir ve yürütmesi ne ile sağlanacaktır?
4-)Sürece dair iki tarafın istekleri nelerdir?
5-)Sürecin tarafları ve aktörleri kimlerdir?
6-)Sürecin olası risk ve faydaları nelerdir?
7-)Sürecin başarısı/başarısızlığı sonucu nelere yol açabilir?
.
.Diye devam eden birtakım sorular lakin en önemlileri bunlar.
Bu soruların birçoğunun cevabının karşıt-destekçi fark etmeksizin bildiklerini düşünmüyorum. Bu soruları düşünmediklerini(zi) ortaya koymak için ekledim. Özellikle büyük bir çoğunluk olayı ''yapan taraf'' ile değerlendiriyor. Tam olarak belirli bir sebepten karşı çıkış da göremiyorum, ''umarım başarısız olurlar'' tarzı bir dua var sadece.
Bundan iki sene önce benzer bir sürecin başlaması için canla başla istekli olan -veya sadece öyle gözükmeye çalışan- kişileri şu an tam tersi istikamette görüyorum. Bunu aslında 2023 Seçimlerinden sonra çok görmüştüm. O zamanlarda gerçekten inanması zordu, o kadar ''medeni'' imajı ile ''toplumsal barış'' çağırısı yapan kişilerin sonrasında ''bunlar da köylüler, zaten şuna oy vermiştiler, deprem oldu öldüler iyi oldu'' fikrine geçişleri korkunçtu. O dönem de aslında seçmen ile partileri arasında bir soyut sözleşme vardı kimsenin konuşmadığı, ''Seçimi kazandırdığı sürece her şey konuşulabilir-söylenebilir ağzımızı açmayacağız.'' idi bu sözleşme. Bunun çok kötü bir şey olduğunu hala fark edemediler, 2023 Seçimlerindeki vaat ve söylemler o gün için olması gereken şeylerdi, öylesine seçim kazanılması için yalan söylenen şeyler gibi düşünüldü, bir başka deyişle ''dümenden toplumsal barış'' olamazdı. CHP'nin seçmenleri hala bunu idrak edemedikleri için kendi başkanlarının da sadece seçim kazanmak için söylemler uydurduğunu düşünüyor. Oldukça tehlikeli çünkü 2023 seçimlerinde muhalifler zaten vaatleri, ittifakları ve adaylarına asla inanmadıkları ve istemedikleri için kaybettiler. Şu an benzer bir akıl ile ''Ne bize seçim kazandırabilir'' tarzı her şeye saldırıyorlar resmen. Kendi başkanlarının söylemlerine kendileri inanmadıkları veya kabul etmedikleri sürece bir seçim kazanabileceklerini de düşünmüyorum. Sürecin içeriği-ne olduğu-riskleri vs. ile ilgili bir düşünceleri yok, İktidara oy kaybettirir bu diye düşünüp silahlarını kuşanıyorlar. ''Önceki seçim biz dedik bize terörist dediniz şimdi ne oldu?'' Gayet yerinde bir soru ama bunu devam ettirip ''O zaman biz de şimdi size terörist diyoruz'' demek değil. Önceki savunduğun konum senin buydu, rotanı iki günde bir değiştirirsen hiçbir yolcu sana inanmaz. Sabit durun ki bozuk saatiniz günde en azından iki kez doğruyu gösterebilsin.
Bu bahsettiğim kişilerin bir diğer sorunu neye karşı çıktıkları gibi nedenleri de belirsiz. Örneğin kendileri ulusal mı bakıyor yoksa enternasyonal bir görüşte mi? Sürecin sonucu kimler için zararlı veya faydalı görüyorlar da karşı çıkıyorlar? Bunlar tamamen havada kalıyor, kendi saman adamlarını dövmeye devam ediyorlar.
Gel gelelim ben ne düşünüyorum: Hala bekleyip görelim fikrindeyim. Neden? En önemli soru ile başlayayım.
Ön 1-) Hayır, Anayasayı değiştirmek için ,DEM'i kandıralım Erdoğan 3. Kez aday olsun diye, bir süreç değil. Zaten amaç bu olsa gider 2027de de başlatırlar. Anayasa değişimi sürecin bir aracı olabilir amacı değil, aynı şekilde Erdoğan'ın bir seçim daha aday olması eğer istenirse de bu sürecin aynı yönetilmesi için araç olur, amaç değil. Bunu kavrayabiliyorsanız devamını okuyun.
1+2+3-) 22 Ekim 2024 tarihini ben şahsen önemli buluyorum. Spesifik tarihini değil ama bulunduğu zaman dilimini. Kim ihtiyaç duydu kısmına gelirsek cevap Türkiye. Türkiye bir süredir savaşa gireceğine dair sinyaller veriyor. Bunların büyük bir çoğunluğuna -ben de dahil olmak üzere- 'palavra' olarak bakıyoruz. Örn. İsrail'e dair söylenen bazı 'gözdağları' bunlara dahil. İran-İsrail gerilimi arttıkça ve Suriye'de işler sarpa sardıkça Türkiye konumu sağlamlaştırmak istemiş gibi gözüküyor. Süreci yakından takip edemeyenlere önemli bilgi olarak şunu söylemek isterim: Erdoğan'ın aksine Bahçeli örgütün tüm uzantılarının kaldırıl(a)mayacağının farkında. -Ben şahsen kaldırılmak istenmediğini düşünsem de- bu grup toplantılarından birinde ki X'de makale cinsinden MHPBilgi hesabından yayınlanmıştı: Bahçeli burada demişti ki; Örgütten geçişlerin devlet tarafından kontrol edilmesi gerekmektedir. Buna benzer bir cümleyi isteyen konuşmalarında bulabilir. Erdoğanın 12 Temmuz 2025 konuşmasından da anlaşılacağı gibi Erdoğan örgütün tüm kollarının tamamen lağvedilmesinin bölge için faydalı olacağı ve bölgenin stabilleşmesinde katkı sağlayacağını düşünüyor. Bunun yanında kendi Türk-Kürt-Arap dostluğu hikayesini de ekliyor. Bahçelide bu hikayeyi pek göremiyoruz, daha çok sadece Türkiye'nin konumunu tamamen sağlamlaştırmak üzerine konuşmalar veriyor.
Konuya dönecek olursak Türkiye bu kendi ''Savaşa Hazırlanma Süreci'nde'' bazı şeyleri fark etmiş gibi duruyor: Eğer savaşta bir rol alacaksa her zaman Örgüt bir problem olacak, dahil olmasa bile bir problem olacağını biliyor. İki taraftan biri buraya mühimmat sağlayacak ve Türkiye'yi zora sokacaktır, bunu son 10 yıla bakarak söyleyebiliriz. -Bu benim fikrim değil, Ankara'nın planı de düşünceleri bu yönde- Bu yüzden bu sorunu artık tamamen ''Kendi İç Sorunu'' haline getirmek istiyor. Böylece herhangi bir karın ağrısı olmadan rahatça konum alabilir.
Aynı zamanda Türkiye'ye 30 yıldır sessiz, 15 senedir sesli anlatılan bir hikaye bulunuyor. Bu hikaye ilk başta ''Türkiye büyümez ise küçülecek'' idi. Devlet kadrolarının böyle söylemlerden hoşlanılmadığı bilindiği için önceki süreçte başka bir hikayeyle söylendi. ''Gel Kürtlerin hamisi ol'' Eğer Türkiye kendi sorununu çözebilirse diğer ülkeler için bir rol modeli olabilir şeklindeydi bu hikaye, ufak bir kısmı bazı toprak hikayelerini de içeren. Günümüze baktığımızda Bahçelinin niyetini biraz anlayabiliyorum. Kendileri eğer sorunu çözebilir, veya sorunu sorun olarak adlandırmaktan çıkarırsa, Türkiye'nin bu özerk bölgelerde bir meşruiyetinin olacağını düşünüyor ki haksız sayılmaz olasıdır. Bu sebepten diğer ülkelerin toprak bütünlüğü ve iç meselelerinin ilk öncelik olarak görmemesi doğaldır. Elbette bunda sonunda Örgüt ve partisi DEM'in doğru iletişim yolunu seçebilmesi de etkili oldu: MHP ve benzeri partilerin işleyişini biliyorsunuzdur; Emir ve talepler her zaman ters teper, herkes kendi bölgesinin ağasıdır orayı kaptırmaz, diyeceğiniz herhangi bir şeyin ''racon veya üstünlük'' olarak algılanmaması çok önemlidir. Süreç özellikle bu yüzden ''Süreç başladı'' değil de ''ÖRGÜT SİLAH BIRAKTIRILDI'' gibi anlatılıyor. Böyle partiler ve kişiler ile oturup anlaşmak zordur onun yerine ''Ağam şu derdimiz vardır'' ve ''Geldi elimi öptü ben de istediklerini verdim'' kullanılır. Sürecin sadece kapatma değil ''Türkiye ve toplumuyla tamamen birleşme' hedefi olduğu için de böyle bir dil kullanılması doğrudur. Öteki tarz bir dil ancak özerklik veya bağımsızlık isteği olan bir oluşumun diyeceği şeyler olurdu.
Burada anlattıklarım daha çok Türkiye'ye olası faydaları ve neden istiyorlar üzerineydi. Örgüt neden uzanan bu eli tuttu kısmında ise gerçek anlamda pek fazla şey bilmiyoruz. Ellerinde çok büyük bir inanç var ve buna çok eminler. Genellikle böyle süreçlerde belli adımlar olunca bazı göstermelik ''jestler'' yapılır, bazılarına ufak aflar çıkar, bir iki siyasi tutukluyu bırakırlar vs. Bunları yakın zamanda göreceğimize inanıyorum eğer süreç devam edecekse. Örgüt kanadı ve Abdullah Ö. özellikle herhangi bir istekleri -kültürel bile dahil- olmadıklarını vurguluyor. Bence bilinçli bir tercih çünkü aksi bir söylem Türkiye'yi yönetenleri zora sokabilir. ''Elbet karşılığını alırız yeter ki onları bozmayalım'' benzeri tutum belki de onlar için doğru olandır.
Türkiye için olumsuz bir etkisini şahsen görmüyorum, Erdoğan 12 Temmuzdaki konuşmasında özellikle olmazsa ezeriz, Türk düne göre güçlüdür diyerek belirtti durumu. Aslında örgütün pek de geri gitme şansı kalmadığını vurgulamış gibi oldu. Türkiye'de varlığını kendi isteği ile bitirip Suriye'de devletleşme sürecine girmiş bir örgütün Türkiye'de kalan birkaç bin militanı iki taraf içinde ana konu değil gibi.
Örgüt açısından bakarsak ise karşı tarafında olumsuz sonuçları oldukça ölümcül duruyor, olumlu sonuçlarının tam tersine. Birtakım milliyetçi sayılabilecek Kürtler buna karşı çıkıyor ve ''çözülme'' olarak görüyor. Böyle bir savaş ortamında Kürtlerin değeri olabilecek en yükseğe varmış ve bölgedeki tüm ülkeler ve devletler oldukça zayıflamış iken Kürtlerin olası altın çağını bu çağrı ile tamamen kapattığını düşünenler de oldukça var. Şahsen hayatımda örgüt yönetmediğim ve öyle bir planım da bulunmadığı için onlar için ne faydalı-faydasız olur bilmiyorum, izleyip görmekte fayda bulunuyor. Ben değil Bahçeli ve Abdullah Ö. haricinde kimse ne olacağına hakim değil, onlar da ellerindeki olası plana hakim, tepkileri ve sonuçları tahmin etmeye çalışıp izliyorlar. Kısacası sürecin olumsuz sonuçlanması örgüt için büyük bir darbe değil, yanlış yerde konumlanmaktan kaynaklı bazı fırsatları kaçırmaktan ibaret gibi. Örgütün şimdilik tutumu ''Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.'' iken karşı görüşünde olanlar ise ''Dimyat'a giderken evdeki pirinçten olmak'' veyahut Suriyedeki konumdan olmak olarak görüyor süreci.
Ekleyeyim ki bu süreç bir ''demokratikleşelim'' süreci değil. Zaten muhalif belediyelere atanan kayyumlardan bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Türk toplumu ve Türkiye'de, namı diğer devlet aklı veya devleti yönetenlerin düşünce dünyasında, ''Derenin ortasında at değiştirilmez'' diye bir söz vardır. Dolayısıyla krizler, darbe teşebbüsü, sokak eylemleri gibi olaylar İktidara olan 'approval rating' ini genellikle arttırmıştır Türkiye'de. 2015 Kasıma giden olayları okuduysanız biraz bunu biliyorsunuzdur. Gel gelelim neden muhalefeti boğmaya başladılar -burası benim şahsi fikrim değil lakin çok karşıt değilim- öncelikle diyeyim ki bu 'kaybediyoruz' ile alakalı bir korku değil, öyle olsa bugün değil seçime yakın başlarlardı. Seçimi tüm Cumhur İttifakı ''2028'' derken bu erken seçim imkansız gözüküyor. Peki neden? Şahsen tahminin böyle bir savaşa hazırlanma-atılım benzeri bir sürece girerken ''Güçlü muhalefet'' istemiyorlar gibi gözüküyor, benzer ülkelerde de durum budur. Şu an istenen muhalefet Baykal tipi ''Ülkemizi dışarıya iyi gösterelim, dış politikaya konuşmayalım, iç sorunlarımızı konuşalım'' tarzı yarı-kontrollü bir muhalefet olsa gerek. Dolayısıyla az buçuk iktidar çevresinin niyeti anlaşılabiliyor. Hem de elinde açıkça vurabileceği rüşvet ve yolsuzluk davaları varken sanırım bu daha da kolay. Özellikle elinde bir de buna dair konuşabilecek eski bir genel başkan veya belediye başkanı varsa. Eğer bu muhalefete yarar ve ters teperse diye de ''Hukuk hallediyor bir karışmıyoruz'' kartını ellerinde tutuyorlar. ''Çamur at izi kalsın'' tarzı siyasetin de etkisi muhtemelen mevcuttur.
Globalde neden hiç tepki verilmediğine gelecek olursak, Amerika, NATO ve İsrail gibi ülkeler Türkiye'nin karşıda olmayacağının farkında ama destek vermek istemediğini de biliyor. İran ve Rusya ise Türkiye'nin sadık bir NATO ülkesi olduğundan farkında olmakla birlikte en azından tarafsız kalmasını istiyor Türkiye'nin. Türkiye'de bu kararı kim alıyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bunun için bu güçlerin ya Erdoğan'a planlarını uydurmaları ya da Türkiyeye dair farklı bir geleceğe zorlamaları gerekiyor. Ülkede zayıflık açığı olmaması için de ''Bağımsız aktör'' örgütün lağvedilmesi Türkiyenin işine gelmiş gibi gözüküyor. ''Ülkedeki zayıflık'' olarak algılanan Türkiye'de başka şeyler de bulunuyor. Ülke savaşa hazırlık yaparken içeriden zorlayan bir muhalefet de bunlardan biri. Bu yüzden baskı uygulanıyor olduğunu düşünmemek için bir sebep yok.
4-5) İsteklerin ne olduğuna dair kimse hiçbir bilgiye sahip değil. Bazı şeyler geçse de hiçbir kimse ''asıl istekler'' ne bilmiyor. Sürecin aktörleri hakkında ise Bahçeliye ait ''Ne kandil ne Edirne adres İmralı'ndan DEM'e'' cümlesi tüm durumu önümüze getiriyor. Bunun dışında eğer hiç aktörler dahil ise bunu özellikle saklı tutuyorlar. Sadece Irak ve Suriye ile görüşüldüğünü biliyoruz Erdoğan'ın 12 Temmuzdaki konuşmasından.
6) Methoduna dair herhangi bilgimiz olmadığı gibi konuşulup anlaşılmış da değil. Meclis komisyonu benzeri bir organın kurulacağından eminiz lakin ne derece ana organ olabilir bilmiyoruz.
7)Sürecin başarısı en azından Türkiye için çok daha iyi olacak gibi duruyor. Hem yöneten kadro hem halk için. Hem bazı kısır krizler çıkılır, hem bu terör yani düşük şiddetli iç savaş sona erer hem Türkiye bölgedeki konumunu da toparladıktan sonra tekrardan eski kaldığı yere dönebilir. Olumsuz yanı ise kısa değil ama uzun sürede Ortadoğu'da birçok devletin değişimi veya parçalanması olabilir. Parçalanma olacağını düşünmesem de özellikle İran'da durumun böyle gidemeyeceği açık gözüküyor. Sürecin başarısızlığında Türkiye aynı tas aynı hamam devam ederken örgüt açısından ise küçük çaplı bir mağlubiyet olabilir, Suriye'nin kaderi hakkındaki süreç ile bu süreç aynı süreç olmadığı için çok etki olacağını düşünmüyorum. Kısacası win-win ile nötr arası bir sürece benziyor benim gözümde.
Şunu unutmayalım ki Kürt sorunu bir Demokrasi ve İnsan Hakları sorununun alt başlığı olarak ele alan bakış açısı (şu anda muhalefetin savunduğu) tek yol değil, iktidardan bunu anlıyoruz. Gayet anti-demokratik bir ortamda da bir azınlıklara dair sorunun çözülüp çözülemeyeceğini beraber göreceğiz ama en azından süreç yönetilebildiğini öğrenmiş olduk.
Benim uzun zamanlı tahminim şu ki; İran-İsrail savaşı veya çatışması tamamen bitmeden herhangi bir iktidar değişimi imkansıza yakın. Değişimin başarı ihtimali düşük olduğu gibi cezalandırılıp Türkiye'de muhalefet denilen varlığın tamamen lağvedilmesi ihtimalini de göze getiriyor.
''Yeni bir rejim kuruldu farkında değilsiniz hiçbir şey değişemez'' diye düşünenlerden değilim. Türkiye'de benzeri örnek verilen ülkelerin aksine güçlü bir ''Oy verelim'' hissiyatı var bu da aslında toplumsal gerilimden kaynaklanıyor. İktidarın elbette ambalajı değişecektir ama Devletin ana yönetenleri ve mekanizmasında en azından 10 Yıl değişim olmasını beklemiyorum. Yani öyle ''Herkesi yargılayacağız'' tarzı bir düşünce tamamen soyut ve imkansız.
Benim fikrime gelecek olursak pek umutlu olmasam da Türkiye'nin atması gereken bir adım olduğunu düşünüyorum. Umarım başarıya ulaşır ki daha fazla cenaze haberi almayız tüm Türkiye'den. 50 yıllık düşük seviyeli bir savaşın Türkiye'ye ağır patladığını düşünenlerdenim. Yunan ile olan korkunç savaş görüntülerinden sadece kaç yıl sonra Yunanistan-Türkiye ilişkileri normalleşmeye başladı onu düşünün. 50 yıl her şey için çok büyük bir süre. Bazı ülkelerin tarihinden bile daha uzun. Bundan sonrası lağvedilme sürecinden sonrasına bağlı. İki toplumun arasını yapmak hiç kolay olmuyor tarihte, ''hepimiz ortak ata Sümerlerden gelmişiz zaten herkes Türk'müş'' gibi bir anlatının da tutacağını düşünmüyorum aynı şekilde ''hepimiz ümmetiz Müslümanız'' fikrinin tutacağını düşünmediğim gibi. Bu konuda herhangi bir tavsiyem yok bunu siyaset duayenlerimize bıraktım artık. İzleyip hep beraber göreceğiz, umarım tüm herkes için daha aydınlık bir gelecek hedefine faydalı olur.
Yazının bir sonuçlanma kısmı bulunmuyor çünkü herhangi bir politik fikre yönelik çağırıda bulunmuyor. Sadece sağduyuyla yaklaşmaya ve ''Bir de böyle bir yanı var'' demeye çağırıyor. Sürecin sonunda hepimiz neyin başarılıp başarılmadığını göreceğiz, öngörmek için oldukça erken ve zor durumdayız, aynı şekilde desteklemek veya karşı çıkmak için de çok erken.
Son not: Bu da böyle bir yazıydı işte. Site çalışıyor mu ondan dahi emin değilim veya nereye yüklüyor olduğumdan. Yazıda akışkanlığın eksik olduğunun farkındayım ve bilerek böyle bırakacağım, akıştaki kesiklik düşünüp bağlamanıza yardımcı olabilir. Her neyse siteyi test edip şimdi öğreneceğim, belki düşündüğümden iyiyse eski yazılarımı arşivleyip atarım. Bunu paylaşıp paylaşmamayı henüz düşünmedim yarın düşünüp karar veririm. Herkese iyi geceler.
Yorumlar
Yorum Gönder